MAKALE

GEŞTALT YAKLAŞIMININ KUTUPLAR KAVRAMINA BAKIŞI

Amber Dalmaz URFALI

Bana Kutbunu Söyle..
Hemen hemen hepimiz, “ben asla… bir insan değilim”, “… İnsanlardan hiç hoşlanmam” gibi cümleler kurmuşuzdur, ya da zaman zaman kurarız. Üç nokta yerindeki özellik her neyse bu bizi genelde kızdırır, onu kendi benliğimizden çok uzakta görür, buna bir yandan da memnun oluruz.
Geştalt yaklaşımı içerisinde bu kendimizden uzakta tuttuğumuz özellik “kutup” olarak adlandırılır. Yazının devamında, kutuplar kavramının tarihçesi ve Geştalt yaklaşımı içerisinde nasıl bir yeri olduğu anlatılacaktır.

Kutuplar kavramının temeli, Jung’un “persona” ve “gölge” arketiplerine dayanır. Jung, arketipleri; kolektif bilinçdışının duygusal öğeler taşıyan yapısal bileşenleri olarak tanımlamıştır. Bu arketiplere göre; persona, kişinin, toplumun onayını sağlamak amacıyla dış dünyaya taktığı maske ya da insanın yaşamını sürdürmesi için zorunlu olarak sergilediği tavır olarak tanımlanmaktadır. Yani persona, günlük hayatını işlevli şekilde yürütmek için insanın “oynadığı role” uygun geliştirdiği bir tavırdır. Tanımda rol kelimesinin kullanıldığı göz önüne alındığında, personanın, “gereken zamanlarda; gerektiği ölçüde” kullanılmasının işlevli olabileceği düşünülmektedir. Buna karşılık; arketiplerin en güçlüsü ve tehlikelisi olarak nitelendirilen gölge arketipinin ise insanın evcilleştirilmemiş, hayvansı eğilimlerini temsil etmekte ve çoğunlukla personanın karşısında olduğu düşünülmektedir. Gölge, kişiliğin karanlık yönlerini temsil etmektedir.

Yani karanlık yönler; bir anlamda kişinin “varlığını reddettiği”; “görmediği” yönleridir. Kişi, hangi özelliğini “ iyi ve güçlü özelliği” olarak görüyorsa, bu özelliğin tam tersinin kendisindeki varlığını yok saymaktadır. Kişi için “iyi/doğru” olarak benimsediği özellik “persona”; bunun tersi olarak nitelediği ve kendisinde “reddettiği” özellik ise “gölge” olarak nitelendirilmektedir.
Kişinin, benliğinde kabul etmediği özelliğin ortaya çıktığı anlar, kişinin kendisine ve çevresine tehlikeli olduğunun düşünüldüğü anlardır.
Bir anlamda; kişi böyle anlarda daha önce “tanışmadığını düşündüğü” ve dolayısıyla reddettiği yönünün ne olduğunu bilmiyor olduğu için özelliğin ortaya çıktığı ortamı, çevresindeki koşulları, özelliğin niteliğini kontrol etmekte zorluk yaşayabileceği düşünülmektedir.
Gölge, bir açıdan sahip olmak istediğimiz benlik algımıza engel olup kendimizi rahatsız hissetmemize yol açabilir. Bununla birlikte kendiliğindenlik, yaratıcılık, duygusallık gibi özelliklerini kişi köreltmek zorunda kalabilir. Yani gölgeden yoksun bir yaşam renksiz ve zenginlikten uzak olarak kabul edilir. Duyum, duygu ya da düşüncelerimizi baskılayarak kendi deneyim yelpazemizi “kendimizle teması” keserek daraltma ihtimalimiz söz konusu olabilir.

Hepimiz içine doğduğumuz toplumun onayladığı ve onaylamadığı durum ve davranışları, büyüme sürecimizde öğreniriz. Bu değer yargılarına göre bazı özelliklerimizi daha çok öne çıkarırken, bazılarını göstermemeyi öğreniriz. Toplumun onaylamamasından çekindiğimiz için öne çıkarmadığımız bu özellik, gölgede ve gizli kalır, dolayısıyla büyüyüp gelişmez. Gelişmediği için de her zaman için abartılı ve ilkel şekilde ortaya çıkma potansiyeli taşır. Belirsiz bir zamanda belirsiz bir şekilde ortaya çıkma ihtimali olan bir özelliğin olması kişiyi hem korkutur, hem de bu özelliği kabul etmeme konusunda daha dirençli hale getirir.

Perls, insanın döngüsü içerisinde varolan dengede olduğu “sıfır noktası – yaratıcı tarafsızlık noktası” ile ilgilenmektedir. Ona göre, bu noktada kişi iki yönden seçtiği birine gitmekte özgürdür. Bir şeyin ancak zıttıyla var olabileceği ve anlam kazanabileceğini ifade eden bu görüş; gündüz olmadan gecenin; öfke olmadan sakinliğin tanımının yapılamayacağını ifade etmektedir. Birinin üzgün olduğunu söylememiz için neşeli olmadığını, fedakar olduğunu söyleyebilmemiz için bencil olmadığını gözlemiş olmamız beklenir. Buna dayanarak, bir özelliğin ortaya çıkabilmesi için diğerinin arka plana geçmesi, birbirine zıt olan özelliğin ikisinin de aynı anda ortaya çıkması gerekir. Yani her ne kadar belirli bir anda tek bir özellikten söz ediliyor olursa olsun, aslında farkında olmadan o özelliğin zıttından da söz edilmektedir. Kutup olan özellik iki şekilde ortaya çıkabilir:
Kişi ya gölgede kalan özelliğini sahiplenmez, o özelliğe göre davranmaya izin vermez ya da davransa da bunun farkında olmaz. Örneğin bencil olmadığını düşünen birisi, ya uygunsuz biçimde bencil davranır ve bunu fark etmez, ya da bencil davranma konusunda kendisine herhangi bir koşulda izin vermez.

Geştalt yaklaşımının bakış açısına göre de tek başına “iyi” ya da “kötü” özellik yoktur. Bir özelliğin iyi ya da kötü olarak anılabilmesi, bireyin ve çevrenin koşullarına ve ihtiyaçlarına göre değişir. Örneğin, çalışkan olmak akademik başarınız için yararlı bir özellik olarak sayılabilir. Bununla birlikte, her konuda çalışmaya çok uzun zaman ayırıp, odağınızın sadece bu olması, diğer ihtiyaçlarınızı karşılamanızı, yakın ilişkiler kurmanız önünde engel olabileceği için “iyi” bir yol olmayacaktır. Yine açık sözlü olmak, olumlu bir özellik olabilirken, koşul ve kişi ayırt etmeksizin düşündüğünüz her şeyi ilişki halinde olduğunuz herkese söylemeniz yakın ilişkileriniz üzerinde yine bozucu bir etkiye yol açabilir.
Dolayısıyla bir özellik, zıttıyla birlikte tek bir boyutta bulunur. İdeal olanı, sıfır noktasında yani boyutun tam ortasında, ihtiyaç ve koşullarımıza göre hangi yöne ne kadar hareket edeceğimizi seçebilecek şekilde durmaktır. Bu hareket esnekliğini sergileyemediğimiz oranda da, iyi temaslar kuramayız. Sağlıklı temas kurabilen insanların diğer kişilere göre daha rahat “evet” ya da “hayır” diyebildikleri bilinir. Gerekli gereksiz her şeye “evet” demedikleri gibi, “evet” diyerek yaptıkları şeylerden de keyif alırlar, istemeden “evet” dedikleri şeyleri yapmıyor olduklarından da kızgınlık ve kendileriyle iç çatışma yaşamazlar. Bir kutup boyutunda seçim yapabilmek de tahmin edileceği gibi kişiye özgür hissettirir.
Peki bu özgürlük nasıl mümkün olabilir? İnsana dair her özelliğin, hepimizce tanıdık olduğunu fark edebilmek sürecin ilk aşaması olarak düşünülebilir. Her özelliğe zıttıyla beraber sahibiz ve büyüme sürecimizde bazılarını daha çok sahiplenirken, bazılarını sahiplenmediğimiz için gölgede bırakırız. Bu özelliği ya sergileme iznini kendimize hiç vermeyiz ya da gölgede kaldığı için çok uygunsuz zamanlarda sergileyebiliriz. Özelliklerimizi kime, nerede, ne kadar sergileyeceğimizi seçmek bizim elimizdedir. Bununla birlikte bir özellik kutbumuzsa bu bizim yaşamımız ve ilişkilerimiz üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilir. Yazarların, gölgesiz hayatın renksiz ve ahenksiz olacağı düşüncesi akılda tutulduğunda, her iki kutbumuz bütünleşebildiği oranda yaşam canlı ve özgür olacaktır diyebiliriz.