MAKALE

GEŞTALT TERAPİ YAKLAŞIMI

Uzm. Psk. Özlem Şeyda ULUĞ

Geştalt terapi yaklaşımı ülkemizde henüz çok yaygın olarak tanınan bir terapi yaklaşımı değildir. Bu yazıda Geştalt terapi yaklaşımının gelişimi ve temelindeki bakış açıları ele alınacak; Geştalt yaklaşımının çok çeşitli görüşleri kendi içinde nasıl birleştirdiği ve varoluşçu, fenomenolojik ve bütüncü bakış açıları ile insanı nasıl ele aldığı anlatılacaktır. Geştalt terapi yaklaşımı 1940’lı yıllarda Fritz (Frederick) Perls, Laura Perls ve Paul Goodman tarafından geliştirilmeye başlanmıştır. Bu yaklaşıma Geştalt adının verilmesinde o sıralarda Wertheimer, Koffka ve Kohler gibi Geştalt psikologları tarafından yapılan çalışmaların ve bütüncü bakış açısının benimsenmiş olmasının büyük etkisi olmuştur.

Geştalt Almanca bir sözcüktür ve tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Bu nedenle anlamını tek bir sözcük ile açıklamak mümkün değildir ve örüntü, şekil, bütün, görünüş anlamına gelmektedir. Geştalt parçalara ayrılmaz bir bütünü temsil etmektedir. Geştaltın ne olduğunu tanımlayabilmek için üç özellikten söz etmek gerekir. Bunlardan ilki bir nesne (veya insan, hayvan, renk ya da herhangi bir şey), ikincisi bu nesnenin içinde bulunduğu ortam veya çevre ve üçüncüsü de bu nesne ile çevrenin ilişkisidir. Her nesne içinde bulunduğu çevreye göre farklı bir anlam taşır, farklı bir geştalt oluşturur. Bu nedenle de bu farklı geştaltlerin yol açtığı duygu, düşünce ve çağrışımlar da farklı olur.

Geştalt Terapi Yaklaşımının Gelişimi: Geştalt yaklaşımının temelinde bulunan alan kuramının en önemli önermelerinden biri “bütün, parçalarının toplamından daha fazla ve daha farklıdır” ifadesidir. Bu önermeye uygun olarak Geştalt yaklaşımı pek çok farklı terapi yaklaşımını, kuramı ve bakış açısını kendi içinde bütünleştirmiş ve sonuçta bu yaklaşımların, kuramların ve bakış açılarının bir toplamı değil bunlardan daha fazla ve farklı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Geştalt yaklaşımının pek çok farklı görüşten etkilenmiş olmasında Fritz Perls’ün yaşadığı dönemdeki heyecan verici fikirleri fark etme ve yeniden organize etme konusundaki dehasının rolü büyüktür. Örneğin Perls, insanın kendini ifade etmesinde sanatın, dansın ve hareketin spontan ve yaratıcı yollar olabileceğini düşünmüş ve daha sonra Geştalt terapi uygulamalarında bunları kullanmıştır.

Perls, Sigmund Friedlander’ın “zıtlıklar birbirini tamamlar ve zıtlıkların ortasında bir denge noktası vardır” görüşünden etkilenerek, bu görüşü de kuramına eklemiştir. Horney’in terapötik ilişki ile ilgili görüşlerinden etkilenip diyalog yaklaşımını oluşturmuştur. Bir diğer etkilendiği görüş ise “insanlar sadece ilgilerini çeken şeyleri algılarlar ve ilgilerini çeken bu şeyleri bir bütün içinde anlamlandırarak bir geştalt ya da figür oluştururlar” ifadesidir. “İnsanlar tamamlamadıkları işleri tamamladıklarına göre daha fazla hatırlarlar” ve “tamamlamadıkları işleri tamamlama ve anlamlandırma eğilimindedirler” ilkelerinden de yararlanan Perls, Goldstein’ın “kendini gerçekleştirme”, “organizmanın bir bütün halinde işlevde bulunması” ve “tüm kısımlarının birbiriyle ilişki içinde olması” ile ilgili görüşlerini de benimsemiştir.

Daha sonra Perls, varoluşçu bakış açısından etkilenerek kuramına özgürlük, sorumluluk, otantiklik ve endişe kavramlarını eklemiştir. Bununla birlikte Perls, varoluşçu ve fenomenolojik bakış açılarını birleştirerek “insanların yaşamlarına bir anlam bulma eğiliminde oldukları”, “tek bir doğrunun olmadığı”, “doğrunun, her insana ve baktığı yere göre değişebileceği” görüşlerine kuramında yer vermiştir.

Bu süre içerisinde Freudyan psikanalisti diplomasını da alan Perls, Freud’un bazı görüşlerini eleştirmiş, değiştirniş veya reddetmiş olsa da, Geştalt terapi yaklaşımını geliştirirken onun “organizmanın, yani canlıların homeostatik bir denge arayışı içinde olduğu”, “nevroz ve psikozların kişi için bir anlam taşıdığı”, “çocukluk yaşantılarının yetişkin dönemdeki davranışları etkilediği” gibi çeşitli görüşlerinden yararlanır. Her ne kadar Perls’ün terapide rüyaları ele alış tarzı Freud’unkinden çok daha farklı olsa da, Freud’un rüyalara verdiği önemden etkilenmiş ve Geştalt yaklaşımına rüya çalışmalarını bu sayede eklemiştir. Freud’a ek olarak Ferenczi’den aktif teknikleri, Jung’dan yaratıcı imgelemi, Otto Rank’tan rüya çalışmalarında kullandığı “şimdi ve burada” yaklaşımını almıştır. Psikanaliz üzerine olumsuz deneyimler yaşayan Perls’ün bu bakış açısını sorgulaması sonunda terapide analitik yaklaşımdaki terapist-hasta ilişkisinden farklı olarak terapist ve danışan arasında “şimdi ve burada”, yani terapi sırasında ve odasında yaşanan tam bir temas kurulmasının ve “yorum yapma” yerine de fenomenolojik bakış açısının kullanılmasının gerektiği sonucuna varmıştır. Bir süre sonra Wilhelm Reich ile çalışmaya başlayan Perls, kişinin hem duygusal anılarını, hem de bu anılarına karşı geliştirdiği savunmalarını, kas gerginlikleri ve beden zırhı yoluyla depoladığını ileri süren görüşünü de kuramına dahil etmiştir.

Fizik kurallarından yola çıkarak “her şeyin bir alanı olduğunu” ve “hiçbir canlı ya da nesnenin bu alan dikkate alınmadan anlamlandırılamayacağını” ileri süren Smutz’un Bütünlük ve Evrim kitabında yer alan “tüm evrenin yaratıcı bir değişim süreci içinde olduğu” ve “her canlının kendi yapısına bağlı olarak ve bir bütünlük içinde işlevde bulunduğu” görüşlerini de benimseyerek kendi terapi yaklaşımına eklemiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tanıştığı Sullivan’ın da “kişilerarası psikanaliz” akımını çok beğenen Perls, onun “akıl hastalıklarının kişi ve çevresi arasındaki olaylara bir tepki olarak ortaya çıktığı” ve “terapinin başarısı açısından en önemli faktörün terapist ve hasta arasındaki ilişki olduğu” şeklindeki görüşlerinden etkilenerek “şimdi ve burada” ya odaklanmış ve kişi ile çevre arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak ele almaya başlamıştır. Yine aynı dönemde karşılaşıp etkilendiği bir başka kişi ise Weisz olmuştur. Onun etkisiyle Perls, Zen Budizm’e ilgi duymuş ve kendi düşünceleriyle Zen Budizm’in görüşleri arasında “şimdi ve burada farkındalık” ile “paradoks değişim kuramı” konularında büyük benzerlik olduğunu fark etmiştir. Psikoloji ile dramayı birleştiren ve terapi sırasında “yaşananlar”ın önemini vurgulayan, psikodrama yaklaşımının kurucusu olan Moreno’dan da etkilenen Perls bu yaklaşımda kullanılan tek sandalye ve sıcak sandalye gibi teknikleri çok beğenerek kendi terapi yöntemleri arasına katmıştır. Bununla birlikte Perls, bunların Geştalt yaklaşımında kullanılışı biçimini psikodramadaki kullanılış biçimlerinden oldukça farklı hale getirmiştir. Tüm bu çalışmalar sonunda Fritz Perls, tüm bu görüşleri kendi yaklaşımı içinde bütünleştirerek Laura Perls ve Paul Goodman ile birlikte Geştalt terapi yaklaşımını ortaya koymuştur. Sonuç olarak Geştalt terapi yaklaşımı, başta psikanaliz olmak üzere çeşitli kuram ve bakış açılarından etkilenmiş ve sonuçta varoluşçu, bütüncü ve fenomenolojik temeller üzerine oturtulmuştur. Geştalt terapi yaklaşımını daha iyi anlayabilmek için bu bakış açılarını tek tek ele almak yerinde olacaktır.

Geştalt Terapi Yaklaşımının Temelleri

Varoluşçu Bakış Açısı Varoluşçu bakış açısını yaşam-ölüm ikilemi, yaşamın anlamı, kaygı ve sorumluluk kavramlarıyla özetlemek mümkündür. Tüm canlıların doğuştan getirdikleri iki temel amaçları vardır. Bunlardan birincisi hayatta kalmak, ikincisi ise büyümek, gelişmektir. Bu amaç doğrultusunda bakıldığında varoluşçu bakış açısına göre yaşamın önceden belirlenmiş bir anlamı olmadığından yaşamına anlam verecek olan insanın kendisidir. Her ne kadar insan ailesini, doğduğu ortamı, içinde büyüdüğü kültürü ve koşulları seçme özgürlüğüne sahip değilse de, neyi kabul ya da reddedeceğini, nasıl düşüneceğini, ne hissedeceğini ve ne yapacağını seçebilir. Dolayısıyla, varoluşçu bakış açısına göre insan her zaman için seçme ve kendisini yeniden yaratma kapasitesine sahiptir. Bu kapasite ile kişi hayatının anlamını belirleyip kendini bu doğrultuda geliştirebilir.

Varoluşçu bakış açısına göre tüm canlılar kendilerini gerçekleştirme, yani “oldukları gibi olma” ve “var olan potansiyellerini, özelliklerini, yönlerine açığa çıkarabilme” dürtüsüne sahiptir. Oysa toplumsal değerler ve yasaklar insanın doğuştan getirdiği kendine özgü bazı yönlerini (örneğin cinsellik, öfkelenme, ağlama gibi) inkâr etmesine, bastırmasına veya bunlardan utanmasına yol açmaktadır. Oysa insanın ihtiyacı olan tek şey, kendini olduğu gibi kabul ederek karşılaştığı durumları ve yaşamını otantik bir biçimde göğüsleyebilmektir.

Fenomenolojik Bakış Açısı En genel anlamıyla fenomenoloji kişinin, kendisini ve çevresini kendine özgü bir şekilde algılama ve anlama biçimidir. Fenomenolojik bakış açısına göre önemli olan, bir olayın, durumun, nesnenin ya da herhangi bir şeyin genel olarak taşıdığı anlam değil, o kişi için o an ve mekanda taşıdığı spesifik ve öznel anlamdır. Kişinin sadece çevresindekileri nasıl algıladığı veya anlamlandırdığı değil, aynı zamanda neleri algılayıp anlamlandırdığı da, yani nelerin farkında olduğu ya da olmadığı da onun fenomenolojisine göre belirlenir. Bu bakış açısı nedeniyle de Geştalt terapi yaklaşımında asla yorumlara ve genellemelere yer verilmez, çünkü yorumlamanın ve genellemenin temelinde “kişiye özgü”lük değil “herkese özgü”lük vardır.

Bütüncü Bakış Açısı Bütüncü bakış açısı, Geştalt terapi yaklaşımını diğer terapi yaklaşımlarından ayıran en belirgin özelliğidir. Bütüncü bakış açısına göre bütün, kendisini oluşturan parçaların birlikte ve birbirleriyle işbirliği içinde çalışmasıyla oluşur. Bu nedenle de bütün, kendisini oluşturan kısımların ya da özelliklerin tek tek ele alınmasıyla açıklanamaz. Bunu açıklayabilmek için üç kör adamın bir file dokunduktan sonra filin ne olduğu ile ilgili olarak yaptıkları tanımlamalarla ilgili bir metafordan yararlanılmıştır. Bu üç kör adam bir filin yanına getirilmiş ve ona dokunmaları istenerek, dokundukları bu şeyi tanımlamaları söylenmiştir. Filin dişine dokunan adam fili sert ve düz olarak, kuyruğuna dokunan adam uzun ve yuvarlak olarak, gövdesine dokunan ise tüylü, sarkık ve yamru yumru olarak tanımlamıştır. Kuşkusuz bu tanımlamaların hepsi filin farklı özelliklerini göstermektedir ancak hiçbiri bir bütün olarak fili açıklamamaktadır. Benzer şekilde bir insanı da sadece belli özelliklerine göre açıklamaya çalışmak mümkün değildir. İnsanı anlayabilmek ancak onu bir bütün olarak görmekle mümkün olduğundan Geştalt yaklaşımında insan duyguları, düşünceleri ve bedeniyle bir bütün olarak ele alınır. Hatta, insan sadece kendi içinde bir bütün olarak ele alınmakla kalmaz, kişi ile çevrenin de bir bütün oluşturduğuna inanılır. Birey ve çevre karşılıklı olarak birbirine bağlı olan ve dolayısıyla birindeki değişikliğin diğerini de etkilediği, bütünleşmiş alan ya da sistemdir. Dolayısıyla psikolojik sağlık açısından önemli olan birey ve çevre arasındaki temas sırasında yaşanan sorunlardır.

Sonuç olarak Geştalt terapi yaklaşımı, varoluşsal temeliyle insanın kendini gerçekleştirebileceğine, fenomenolojik temeliyle insanın özel ve kendine özgü olduğuna ve bütüncü temeliyle insanın hem kendi içinde, hem de çevresiyle bir bütün oluşturduğuna inanmaktadır. Bu inançlar nedeniyle de insanı diğer terapi yaklaşımlarından çok daha insancıl, esnek ve yaratıcı bir bakış açısıyla ele almaktadır.